Bir Tarihçinin Sofrasından: Güvece Domates Konur mu?
Gecenin sessizliğinde, arşivlerin tozlu rafları arasında gezinirken aklıma hep şu gelir: Tarih yalnızca kralların, savaşların ya da imparatorlukların hikâyesi değildir. Tarih aynı zamanda mutfak kokularında, tencerelerin dibinde, sofraya uzanan ellerde saklıdır. Bugün bir tarihçi olarak, hem geçmişin sofralarına hem de bugünün tartışmalarına uzanan bir meseleye eğiliyorum: Güvece domates konur mu?
Domatesin Anadolu’ya Yolculuğu
Domates, Anadolu mutfağının vazgeçilmezi gibi görünse de aslında oldukça yeni bir misafirdir. 16. yüzyılda Amerika’dan Avrupa’ya taşınan bu kırmızı meyve, Osmanlı topraklarına 18. yüzyılın sonlarına doğru gelir. Başlangıçta “ Frenk yemişi ” olarak adlandırılan domates, uzun süre zehirli sanıldığı için sofralarda kendine kolayca yer bulamaz. Fakat 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında yetiştirilmeye başlanır. Böylece Anadolu mutfağının kaderi yavaş yavaş değişir.
Güvecin Kökleri: Toprağın Tadı
Güveç, aslında sadece bir yemek türü değil; binlerce yıllık bir pişirme geleneğinin sembolüdür. Toprak kapta yavaş yavaş pişen yemekler, Orta Asya’dan Mezopotamya’ya, oradan da Anadolu’ya uzanan bir kültürel sürekliliği temsil eder. Bu yöntemde ateş, su ve toprak bir araya gelerek doğanın dengesini tabağa taşır. Osmanlı mutfağında “toprak güveç”, etin ve sebzenin birlikte ağır ağır pişirildiği, sofraya bereket ve huzur getiren bir tekniktir.
O dönemde domates henüz mutfağa girmemişti; güveçte genellikle soğan, sarımsak, nohut, patlıcan ve çeşitli baharatlar yer alırdı. Yani tarihsel olarak konuşacak olursak, “güvece domates konmazdı.” Ancak bu, bugünün mutfağında da aynı kuralın geçerli olduğu anlamına gelir mi?
Bir Kırılma Noktası: Modernleşen Mutfak
20. yüzyılın başı, Türkiye’de yalnızca siyasal değil, kültürel bir dönüşümün de yaşandığı dönemdir. Domates artık yalnızca bir sebze değil, modern mutfağın simgesi hâline gelir. Konserveler, salçalar, soslar derken domates neredeyse her yemeğin vazgeçilmezi olur. Bu süreçte güveç de dönüşür — tıpkı şehirlerimizin, kıyafetlerimizin ve düşüncelerimizin dönüşmesi gibi. Artık kırmızı renk, toprak kapların içinde yavaşça kaynar; etin suyuna karışır, soğanın tatlılığıyla birleşir.
Bu bir anlamda geleneğin modernlikle uzlaşmasıdır. Tıpkı tarih boyunca yaşanan diğer dönüşümler gibi, mutfakta da değişim kaçınılmazdır. Bugün “güvece domates konur mu?” sorusu, yalnızca bir yemek tercihini değil, kültürel kimliğin nasıl evrildiğini de sorgulatır.
Toplumsal Dönüşümler ve Sofra Kültürü
Yemek kültürü, toplumsal yapının aynasıdır. Kırsal bölgelerde hâlâ “gerçek güveç domatessiz olur” diyenler, aslında sadece damak tadını değil, geçmişin sadeliğini savunur. Şehirdeki sofralarda ise domatesli güveçler, modern yaşamın hızına ve alışkanlıklarına uyum sağlayan bir sentezdir.
Burada mesele, neyin “doğru” olduğu değil; geçmişle bugün arasındaki köprüyü nasıl kurduğumuzdur. Çünkü mutfak, her zaman toplumun belleğini taşır. Domatesin güvece girişi, aslında Türkiye’nin batılılaşma sürecinin mutfaktaki yansımasıdır. Tıpkı yazı dilinin sadeleşmesi, giyim kuşamın değişmesi gibi, yemekler de bu dönüşümün sessiz tanıklarıdır.
Sonuç: Gelenekten Geleceğe Uzanan Kırmızı Bir İz
Güvece domates konur mu? Evet, bugün konur. Ama bu “evet”, geçmişi inkâr eden değil, onu dönüştürerek yaşatan bir cevaptır. Toprak kabın içinde yavaşça pişen her parça domates, bir zamanlar “Frenk yemişi” diye dışlanan, ama sonunda sofralarımıza kök salan bir misafirin hikâyesini taşır.
Her lokmada tarih vardır; her tat, bir dönemin yankısıdır. Domatesli güveç, bize geçmişle bugünün aynı tencerede kaynayabileceğini hatırlatır. Belki de bu yüzden, tarihçiler için bile en güzel cevap bazen bir lokmanın içindedir.